KUR'ANIN ANASI,TAHKİM (Hüküm) ÂYETLERİ.Âl-i İmran Suresi 7.Ayet:

BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

18 Kasım 2007 Pazar

İslam Şirke Giden Yolları Kapatır

İslâm, halis bir tevhid getirmiştir. Şirkin, büyük ve küçüğüyle savaşmıştır. Şiddetle, ondan sakındırmıştır. Bunun için çeşitli araçlar ortaya koymuştur. Şirk rüzgarlarının girdiği bütün kapılan kapamıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:

Peygamber'e Ta'zimde Aşırılık:

Peygamber (s.a.s.) kendisine aşırı derecede ta'zimde bulunulmasını, saygı gösterilmesini nehy etmiştir. Şöyle buyurur: "Hristiyanların Meryem oğlu İsa'yı övdükleri gibi, beni övmeyin. Ben, bir kulum. Allah'ın kulu ve Rasûlüdür, deyin. (Müttefekun aleyh)
Kur'an, O'nun kulluğunu, bu anlamı destekleyerek, O'nun yüce makamı olarak övmüştür: "Kuluna, içinde hiçbir eğrilik bulunmayan kitabı indiren Allah'a hamd olsun." (Kehf, 1) Diğer bir ayette; "Geceleyin kulunu (Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya) yürütenin şanı yücedir."(İsra, 3)Başka bir ayet:"Allah, kuluna vahy edeceğini vahy etti."( Necm, 4)
Efendimiz (s.a.s.), kendi şahsında bu tür aşırılığa gidenleri gördüğü ve duyduğu zaman, bunu söyleyeni veya yapanı men eder, hak ve doğru olanı gösterirdi.
İyi bir senedle Ebu Davud Abdullah b. Şehiyr (r.a.)'den rivayet etmiştir. Beni Amir heyetiyle Peygamber'e (s.a.s.) gelmiştim. Sen Efendimizsin, dedik. Efendi, Allah'tır, buyurdu. Enes (r.a.) rivayet etmiştir: Bazı insanlar şöyle dedi: Ey Allah'ın elçisi, ey hayırlımız, ey hayırlımızın oğlu, ey efendimiz, ey efendimizin oğlu! Şöyle buyurdu: Ey insanlar! Sözlerinize dikkat edin. Şeytan sizi aldatmasın. Ben, Allah'ın kulu ve Resûlüyüm. Allah'ın bana verdiği makamın üzerine çıkarılmayı sevmem.(Nesei)Bir adam, O'na, Allah ve sen dilerse (dilediğinde) deyince, beni, Allah'a ortak mı koşuyorsun? Sadece, Allah dilerse de." (Nesei)

Salih İnsanlar Hakkında Aşırılık:

İslâm'ın nehy ettiği, sakındırdığı şeylerden biri de salihler hakkında aşın gitmektir. Mesih (a.s.) hakkında bazıları o kadar aşırı gittiler ki; O'nu Allah'ın oğlu, üçün üçüncüsü yaptılar. Bazıları ise, Allah, Meryem oğlu İsa'dır, dediler. Bazıları da, bilginleri ve din adamları hakkında aşırılığa gittiler. Allah'ı bırakıp onları rab edindiler. Bundan dolayı, Allah ehl-i kitabı aşırılıktan sakındırdı, takbih etti: "Ey kitab ehli! Dininizde aşırılık etmeyin. Allah hakkında sadece gerçeği söyleyin."(Nisa, 171)"Ey kitab ehli! Haksız yere dininizde aşırılık etmeyin. Daha önce sapıtan, çoğunu saptıran ve doğru yoldan ayrılan bir milletin heveslerine uymayın, de."(Maide, 77)
Yeryüzünde ilk şirke düşen millet, Nuh (a.s.)'un milletidir. Bunun nedeni, salih insanlara olan aşın saygı ve sevgileridir. Sahih-i Buhari'de, tanrıları Ved, Süva, Yağus, Yeuk ve Nesr ile ilgili İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: Bunlar, Nuh (a.s.)'un milletinden bazı salihlerin isimleridir. Öldüklerinde şeytan onlara şöyle dedi: Onların oturdukları yerlere, onların putlarını ve heykellerini yapın. İsimleriyle isimlendirin. Ve böyle yaptılar. Fakat ibadet edilmedi. Ne zamanki onlar öldü ve bu unutuldu. Sonraki nesiller onlara ibadet etmeye başladı.
Seleften bazısı şöyle demiştir: Öldükleri zaman halk, kabirlerini terk etmedi. Heykellerini yaptılar. Belki bir zaman sonra da ibadet etmeye başladılar.
Buradan anlıyoruz ki, bazı müslümanların Allah'ın salih ve veli kullarına, özellikle türbe ve kabirleri bulunanlar hakkındaki aşırılıkları onları şirke götürebilir. Onlara adakta bulunmak, onlar için kurban kesmek, onlardan yardım dilemek, Allah'tan başkası adına yemin v.b. şeyler, bu babtandır. Onların evrende, sebeplerin ardında, doğa kanunlarında bir gücü ve etkisi olduğuna inanmak ise, insanı büyük şirke götürür. Allah'ın dışında veya Allah'la birlikte bir şeye dua etmek büyük bir günah, derin bir sapıklıktır.

Kabirlere Tazim:

İslâm'ın kesin bir şekilde sakındırdığı şeylerden biri de başta peygamber ve salihlerin kabirleri olmak üzere; kabirlere ta'zimde bulunmaktır. Bundan dolayı kabirlerde ta'zime yol açan bazı şeyler yasaklanmıştır.

Onları Mescid Edinmek:

Müslim'in Sahih'inde rivayet ettiğine göre, Efendimiz (s.a.s.) ölmeden beş gün önce, şöyle buyurmuştur: Dikkat edin! sizden öncekiler, peygamberlerinin kabirlerini mescid ediniyorlardı. Dikkat edin! Kabirleri mescid edinmeyin. Sizi bundan nehy ediyorum.
Hz. Aişe ve İbn-i Abbas'tan rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.s.) son anlarında yüzüne bir kumaş parçası koyuyordu. Sıkılınca bunu bıraktı. Şöyle buyurdu: "Yahudi ve hristiyanlara lanet olsun! Peygamberlerin kabirlerini mescid edindiler. (Onların yaptıklarından sakındırıyordu)"(Müttefekun aleyh)

Kabirlere Doğru Namaz Kılmak:

Bir hadiste şöyle buyurulur: "Kabirlerin üzerine oturmayın. Onlara doğru namaz kılmayın."(Müslim)Yani, kabirleri kıble yönünde yapmayın.

Kabirlerin ışıklandırılması, Kandil Yakılması:

Hadis: Kabirleri ziyaret edenlere, üzerlerine mescid inşa edenlere, kandil yakanlara Allah lanet etsin.

Kabirlere Kubbe Yapılması, Kireçlenmesi:


Müslim, Cabir'den (r.a.) rivayet etmiştir: Efendimiz (s.a.s.) kabirlerin kireçlenmesini, üzerinde oturulmasını, bina yapılmasını yasaklamıştır.

Üzerine Yazı Yazmak:

Cabir'den (r.a.):Efendimiz (s.a.s.), kabirlerin kireçlenmesini üzerine yazı yazılmasını yasaklamıştır.(Ebu Davud, Tirmizi.)

Yükseltilmesi:

Hz. Ali'den rivayet edilmiştir. "Efendimiz (s.a.s.) ona (Ali'ye) kabrin kendisinden başka, hiçbir yüksekliği bırakmamasını (yani yükseklikleri yok etmesini) emretti. "(Ebu Davud, Tirmizi.)
Ebu Davud'un Sünen'inde rivayet edildiğine göre, toprağın üzerine, taş, tuğla v.b. şeyler eklenmesini yasaklamıştır. Bundan dolayı, selef, kabirlerine tuğla konulmasını kerih görüyordu.

Kabirleri Bayram Yerine Çevirme:

Ebu Davud, Ebu Hureyre'den merfu olarak rivayet etmiştir. "Evlerinizi kabre, kabirlerinizi de bayram yerine çevirmeyin. Bana salât ve selâm getirin. Nerede olursanız olun, salâtınız bana ulaşır."
Ebu Ya'la senediyle, Ali b. el-Hüseyn'den rivayet etmiştir: Peygamberin (s.a.s.) kabrinin yakınındaki aralığa gelen bir adam gördü. Oraya girip dua ediyordu. Onu bundan nehyetti. Size babamdan, onun da dedemden, onun da Rasulullah'tan duyduğu şeyi size haber vereyim mi? dedi. Şöyle buyurdu: Kabrimi bayram yerine, evlerinizi de kabre çevirmeyin. Nerede olursanız olun, selâmınız bana ulaşır. "Kabri bayram yerine çevirmenin" anlamı, orada toplanmak ve oturmaktır.
Rasulullah'ın (s.a.s.) kabri, yeryüzündeki kabirlerin en faziletlisidir. Eğer O, kabrini bayram yerine dönüştürmeyi yasaklıyorsa, kimin olursa olsun, diğer kabirlerin yasaklanması daha evladır, mantıklıdır.O'na salât ve selâmda bulunmak yeterlidir. İnsan nerede olursa olsun salât ve selâm O'na ulaşır.

Sakındırmadaki Hikmet:

İslâm'ın, kabirlere yapılan tazimi yasaklamasındaki hikmet, Nuh kavminde ve bugün de gördüğümüz, büyük ve küçük şirke giden yolları kapamaktır. Salihlerin kabirlerine aşırı ihtimamları, onları putlara tapmaya götürmüştür. Bundan dolayı, Efendimiz buyurmuştur: "Ey Allah'ım! Kabrimi ibadet edilen bir put haline getirme. Peygamberlerinin kabirlerini mescid edinen kavme Allah'ın gazabı artar. "(Malik)
Dinine tutkun her müslümana üzüntü veren şey, Rasulullah'ın (s.a.s.) sakındırdığı hususların bugün toplumun çoğu kesiminde bulunuyor olmasıdır. Salihlerin kabirlerini bayram yerine çevirdiler, onları yükselttiler, süslediler. Bunlara ta'zim ve adakta bulundular, Kabe gibi çevresini tavaf ettiler, Hacer-i Esved gibi bunlara selâma durdular. Duvarlarını genişlettiler. Onların kimi secde etmekte, kimi de toprağına yüz sürmektedir. Korkuyla onlardan medet umarlar, onlardan borçlarının ödenmesini, zorluklarının giderilmesini, yardım elinin uzatılmasını isterler. Kimi isteklerini yazılı olarak ölüye sunar. Bu, apaçık şirktir. Vela havle vela kuvvete illa billah!

Ağaç, Taş vb. Şeylerden Hayır Ummak:

Peygamberin (s.a.s.) savaş açtığı şirk türlerinden biri de budur. Orayı tavaf edenin, dokunanın, ziyaret edenin, oturanın özel bir sır ve berekete ulaşacağına inanmaktır. Bu, devamlı yapıldığında insanı şirke götürecek bir şeydir. Arapların büyük putları, ya Lat gibi kayadan, ya Uzza gibi ağaçtan, ya da Menat gibi taştandı. Bunun için Nebi (s.a.s.) bundan sakındırdı veya uyardı.
Tirmizi, Ebu Vakıd Elleysi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir. Rasûlullah'la (s.a.s) Huneyn savaşına gitmiştik. Yeni müslümandık. Müşriklerin, Zat-ı En-vat adı verilen çevresinde toplandıkları, silahlarını astıkları bir ağaçları vardı. Bunun yanından geçerken; Ey Allah'ın Rasûlü dedik, onlarınki gibi bize bir zat-ı envat yap. Allah Rasûlü buyurdu: Allah'u Ekber! İşte bu, sünnetullahtır. Nefsimin elinde bulunduğu Allah'a yemin ederim ki, Benî İsrail'in Musa'ya dediğini dediniz: "Onların tanrıları gibi bize bir tanrı yap. Şüphesiz, sizden öncekilerin yolundan gideceksiniz."(Tirmizi.)
Görünen o ki, onlar sadece, bu ağaçtan hayır ummayı ve silahlarını asmak istiyorlardı. Efendimiz'in (s.a.s.) onlara bu uyarısı, şirke giden yolu kapamak içindi.
Esef verici olan şey, müslümanların çoğunun Allah Rasûlünün yolundan ayrılmış, kendilerinden öncekilerin yoluna uymuş olmalarıdır. Hayır umdukları putlar, heykeller edinmişlerdir. Onlara dokunmakta, onların yanında dua etmekte, onları vesile kılmakta, müşriklerin putlara olan sevgisi gibi bir sevgiyle onları sevmektedirler. Bugün müslümanların topraklarında, Efendimiz'in (s.a.s.) sakındırdığı zat-ı envatlar vardır.
Müslümanlara, yöneticilere ve özellikle alimlere bu konuda üzerlerine düşen,kötülüğü ortadan kaldırmalarıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) nasıl Hz. Ali'yi (r.a.) gönderip yüksek kabirleri yıkmasını, yerle bir etmesini emretmişse, bu yolu izleyerek ağaç, direk, kabir, odun, taş v.b. şeylerden mamul putları yıkmaları ve yok etmeleri gerekmektedir.
Sahih-i Müslim'de, Ebu'l Hayyac el-Esedî'den rivayet edilmiştir. Bana, Ali (r.a.) şöyle dedi: "Seni, beni Allah'ın Rasûlü'nün gönderdiği şeyle, bütün putları ve yüksek kabirleri düzleme emriyle, göndereyim mi?"
İmam Ebu Bekir el-Tartusî der ki: Hz. Ömer'e, insanların, sahabenin Rasûlullah'a biat ettiği ağacın altına gittiği, orada namaz kıldıkları haberi gelince, müslümanların fitneye düşeceği korkusuyla ağacı kestirdi.
Hz. Ömer'in, Kur'an'da zikredilen ve sahabenin Rasûlullah'a (s.a.s.) altında biat ettiği ağaca uyguladığı hüküm buysa, bunun dışındaki fitneyi artıran, bela ve musibeti çoğaltan putlara uygulanacak hüküm ne olacaktır?
İmam Tartusi şöyle der: Bakın, Allah size rahmet etsin, nerede insanların gittikleri, tazimde bulundukları, şifa ve iyilik bekledikleri, çaput ve bez bağladıkları birini görürseniz, o zat-ı envattır, kesin.
Müberrir b. Süveyd'den: Şöyle diyor: Mekke'ye giderken, Ömer b. Hattab'la sabah namazını kıldım. Namazda Fil ve Kureyş surelerini okudu. Sonra insanların etrafa dağıldıklarını görünce, nereye gittiklerini sordu. Ey müminlerin emiri! Şurada, Allah Rasûlü'nün namaz kıldığı bir mescid var. Orada namaz kılıyorlar, denildi. Sizden öncekiler, bu .tür şeylerden dolayı helak oldular. Peygamberlerinden kalan şeylere sahip çıkıyorlardı. onları kilise ve havraya çevirdiler. Kim namaz vaktinde bu mescidlere kavuşursa namazını kılsın, namaz vakti girmemişse yoluna devam etsin, namaz kılmak için beklemesin."
İşte bu Hz. Ömer'in fıkhıdır, İslâm akidesine olan ihtimamından, aşırılığa ve sapıklığa düşecekleri korkusundandır.

Şirke Düşüren Lafızlar

Efendimiz'in (s.a.s.) sakındırdığı şeylerden biri de, içinde şirke düşme korkusu ve Allah'a karşı edebe zarar veren lafızlardır. Bu, tevhidi korumak içindir. O şöyle diyen gibi: Allah ve falan dilerse, Allah ve başkanın veya halkın adıyla. Nebi'nin (s.a.s.) kendisi için, bu tür şey söyleyeni inkar ettiğini daha önce gördük. Huzeyfe (r.a.) O'ndan şöyle rivayet etmiştir: "Allah ve falan dilerse, demeyin. Şöyle deyin: Allah dilerse, sonra da falan dilerse.
(Ebu Davud.)
Başka bir söz de şudur: Allah ve falan olmasaydı, veya Allah'a ve sana güveniyorum. İbn-i Abbas (r.a.) der ki: "Allah'a eşler koşmayın'-(Bakara, 22)ayetindeki "endad" şirktir. Bu, karanlık gecede, siyah kaya üzerindeki karıncanın yürüyüşünden daha gizlidir.
Bu tür sözlerden bazıları şunlardır: Allah'a, ey falan hayatına ve hayatıma yemin olsun, onun köpekleri olmasaydı hırsızlar gelmişti. İnsanın arkadaşına, Allah ve sen dilersen, demesi; şu ve falan olmasaydı... Bütün bunlar şirktir.' (İbn-Ebi Hatim)
Allah'ın (c.c.) isimleriyle veya ondan başkasının layık olmadığı şeyle isimlendirmek: Ebu Davud'un, Ebu Şurayh'tan rivayet ettiğine göre, onun Ebu'l-Hakem diye künyesi vardı. Peygamber (s.a.s.) ona şöyle dedi: Hakem yalnızca Allah'tır. Ve hüküm O'na aittir. Sonra, en büyük oğluyla, Şurayh ile künyelendi.
Sahih bir hadiste Ebu Hureyre'nin Peygamberden rivayet ettiğine göre: Allah katındaki en kötü insan melikü'l-emlak (mülklerin sahibi) olarak adlandırılandır. Allah'tan (c.c.) başka melik yoktur. Süfyan b. Uyeyne, acemlerin kullandığı şehinşah da aynı konumdadır, demiştir. Çünkü, aynı anlama gelmektedir. Bir rivayette, kıyamet günü Allah katında en çok gazaba uğrayacak kişi, bu tür biridir.
İnsanın, Allah'tan başka bir mabudun adıyla isimlendirilmesidir. Abdulkabe, Abdunnebi, Abdulhuseyn, Abdulmesih v.b. gibi. İbn-i Hazm, Abdulmuttalib'in dışında bu tür isimlendirmenin haram olduğunu nakletmiştir.
İnsanın başına gelen zorluk ve darlık anlarında zamana sövmektir. Zamana sövmek, bir tür Allah'a şikayette bulunmak, O'na kızmaktır. İşleri evirip çeviren O'dur. Geceyi, gündüzü düzenleyen O'dur. Evrende bütün olup biteni O yapar. Bundan dolayı, sahih bir hadiste şöyle denmektedir: "Allah (c.c.) şöyle buyurur: Adem oğlu zamana sövmekle bana eziyet eder. Çünkü zaman benim. Geceyi ve gündüzü ben düzenlerim."

TEVHİDİN HAYATA ETKİLERİ

Şirkin kirlerinden arınmış tevhid, birey hayatında veya bunun üzerine kurulduğu bir ümmetin hayatında en olgun meyvelerini verir. Hayatta en yararlı sonuçlan doğurur. İşte bunlardan bazıları:

İnsanın Hürriyete Kavuşması:

Şirk, bütün çeşit ve görüntüleriyle, insanın alçaltılmasından başka bir şey değildir. Çünkü, o, yaratılanlara boyun eğmeyi, yaratılan hiçbir şeyi yaratamayan, kendilerine bile bir yaran olmayan, öldürme, yaşatma ve diriltmeye gücü yetmeyen insan ve eşyalara ibadeti gerektirir.
Tevhid ise; gerçekten insanı yaratan Rabbinden başkasına ibadet etmekten, aklını hurafe ve vehimlerden kurtarır. Tevhid, insanın firavunların, rablerin, Allah'a karşı ilahlık iddiasında bulunanların sultasından kurtulması, sadece Allah'a boyun eğmesi, tevazu göstermesi, teslim olmasıdır.
Bunun için şirkin önderleri ve cahiliyenin muhafızları genel olarak peygamberlerin davetine, özellikle Rasûlullah'ın davetine karşı çıkmışlardır. Çünkü onlar, Lailahe illallah'ın anlamının insan özgürlüğünün bir anlatımı; bütün zorbaların, sahte ilahlık koltuklarından indirilmesi, müminlerin hayatının yüceltilmesi ve Allah'tan başkasına boyun eğmeme olduğunu biliyorlardı.

Dengeli Bir Kişiliğin Oluşması:

Tevhid, hayatta yönü belli, amacı net, yolu çizilmiş olan dengeli bir kişiliğin oluşmasına yardım eder. Onun için yalnız ve toplu durumda, sevinçli ve üzüntülü anında kendisine dua ettiği, onu razı edecek, küçük ya da büyük amellerde bulunduğu yalnızca tek bir ilah vardır. Kalbini çeşitli tanrılara taksim eden, hayatını mabudlara dağıtan, bazen Allah'a bazen de putlara, bir vakit şu puta başka bir vakitte diğer puta yönelen müşriğin halinden farklı bir durumdur bu.
Bundan dolayı Yusuf (a.s.) şöyle diyor: "Ey zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı bir sürü sahte rabler mi iyidir, yoksa her şeyden üstün tek Allah mı?"(Yusuf, 39) Başka bir ayet: "Allah geçimsiz efendileri olan bir adamla,yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir.( Zümer, 29)
Müminin misali, bir tek efendisi olan ve onu neyin razı ettiğini ve neyin kızdırdığım bilen, onu razı eden şeyin yanında duran ve bununla yetinen köle gibidir. Müşriğin misali ise, birçok efendisi olan köle gibidir. Biri doğuya yöneltir, diğeri ise batıya. Biri onu sağa çevirirken, diğeri sola çevirmeye çalışır. Onlar birbirleriyle çelişen ortaklardır. O, onların arasında ufalanır, dağılır. Ne sebat vardır, ne de karar.

Tevhid, İnsanın Güvenliğinin Kaynağıdır.

Tevhid, insanın nefsini güvenle doldurur. Şirk ehlinin içinde bulunduğu korkulardan uzaklaştırır. Rızık, ölüm, nefs, çoluk çocuk, cin, ölüm, ölümden sonraki hayat v.b. korkulara giden yolu kapar.
Muvahhid mümin, Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmaz. Bundan dolayı, insanlar korktuğu zaman onu korkar göremezsin. İnsanlar endişelendiğinde onu güven içinde; heyecanlandıklarında onu sükun içinde bulursun. Bu konuda Kur'an, İbrahim'in (a.s.) müşrik kavmîyle olan konuşmasını zikreder. Onu, batıl tanrı ve putlarıyla korkutmaya çalıştıklarında, onları hayrete düşürecek bir şekilde şöyle karşılık veriyor: "Allah'a ortak koştuklarınızdan nasıl korkarım? Oysa siz, Allah'ın hakkında size bir delil indirmediği bir şeyi O'na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz. İki taraftan hangisine güvenmek daha gereklidir, bir bilseniz."(Enam, 81)Sonra Cenab-ı Allah hangi topluluğun güven içinde bulunmaya hakkı bulunduğunu haber verir: "İşte güven, onlara, inanıp imanlarına zulüm (şirk) karıştırmayanlaradır. Onlar hidayete erenlerdir."(Enam, 82.)
Bu emniyet, polisin korumasından değil, insanın içinden kaynaklanmaktadır. Bu dünya emniyetidir, güvenidir. Ahiretteki ise daha büyük, daha kalıcıdır. Çünkü onlar, Allah için ihlasla yapmışlardır. Tevhid akidesine şirk bulaştırmamışlardır.
Buharı İbn-i Mesud'dan (r.a.) rivayet etmiştir: "Onlar inanıp imanlarına zulüm karıştırmayanlardır" ayeti indiğinde, ey Allah'ın Rasûlü, hangimiz kendisine zulmetmez, dendi. Sizin anladığınız gibi değil, buyurdu. Lokmanın oğluna söylediğini duymadınız mı? "Ey oğulcuğum, Allah'a ortak (şirk) koşma. Şirk büyük bir zulümdür."(Lokman, 13.)
"İmanlarına zulüm karıştırmadılar ın" anlamı, "onlar dinlerini ihlasla Allah'a tahsis ettiler; tevhidi düşüncelerini şirkle pisletmediler"dir.

Tevhid, Psikolojik Kuvvetin Kaynağıdır

Tevhid, sahibine psikolojik bir kuvvet verir. Nefsi, Allah'a umut, güven, tevekkül, kazasına boyun eğmek, musibetlere karşı sabır, yaratıklardan müstağni olmakla dolar. O, olaylardan etkilenmeyen, felaketler karşısında sarsılmayan bir dağdır.
Başına her ne bela gelirse, her ne zorlukla yüz-yüze gelirse gelsin, yaratıcısına sığınır. Kalbiyle O'na yönelir. O'ndan ister, O'ndan yardım bekler, O'na dayanır, zararın telafisinde, hayrın gelmesinde, O'ndan başkasından bir şey beklemez. O'ndan başkasına niyaz ederek, dua ederek yardım dilemez.
Peygamber'in (s.a.s.) İbn-i Abbas'a (r.a.) şu sözü, şiarıdır: "İstediğin zaman Allah'tan iste. Yardım dilediğinde Allah'tan dile. Allah şöyle buyurur: "Allah, sana bir sıkıntı verirse, onu O'ndan başkası gideremez. Sana bir iyilik dilerse, O'nun nimetini engelleyecek yoktur. O'nu kullarından dilediğine verir. O, bağışlayandır, merhametlidir." (Yunus, 107.)
Hud (a.s.)'ı, kavmi putları ile korkutmaya yeltendiğinde ne dediğini duymadın mı? "Doğrusu ben Allah'ı şahid tutuyorum. Siz de şahid olun ki, ben O'nu bırakıp koştuğunuz ortaklardan uzağım. Hepiniz bana tuzak kurun ve ertelemeyin. Ben, yalnızca benim de sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ederim. Hiçbir canlı yoktur ki Allah ona el koymamış olsun. Rabbim elbette doğru yoldadır. "(Hud, 54-56.)
Kuvvetli bir mantığı içeren bu ayet güvenli bir nefis, kararlı bir azim, gevşemeyen ve boyun eğmeyen bir iman, korku ve zayıflık tanımayan bir ruhtan bahsediyor. Çünkü o, gücünü Allah'a tevekkülden alıyor: "Kim Allah'a tevekkül ederse, bilsin ki, Allah güçlüdür, hakimdir."(Enfal, 49.)

Tevhid, Kardeşliğin ve Eşitliğin Temelidir

Tevhid, insanın özgürlüğünün, izzet ve şerefinin korunmasında bir temel olduğu gibi; insanî kardeşliğin, beşerî eşitliğin de temelidir. Çünkü, kardeşlik ve eşitlik, kimileri kimilerin rableri olduğunda insan hayatında gerçekleşmez. Ama hepsi Allah'ın kullan olursa, işte bu, insanlar arasındaki eşitliğin ve kardeşliğin temeli olur. Bunun için, Rasulullah'ın yeryüzü krallarına, ülke başkanlarına daveti şu ayet ile idi: "Ancak Allah'a ibadet etmek, O'na bir şeyi ortak koşmamak Allah'ı bırakıp birbirimizi rabler olarak benimsememek üzere, bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin."(Al-i İmran, 64.)
Efendimiz'in (s.a.s.) namazların ardından yaptığı muhteşem dualardan birkaç örnek:
"Ey Allah'ım! Rabbimiz, her şeyin Rabbi ve sahibi! Senin tek olduğuna, ortağın bulunmadığına şehadet ederim."
"Ey Allah'ım! Rabbimiz, her şeyin Rabbi ve sahibi! Muhammed'in kulun ve Rasûlün olduğuna şehadet ederim."
"Ey Allah'ım! Rabbimiz, her şeyin Rabbi ve sahibi! Kulların hepsinin kardeş olduğuna şehadet ederim."
Peygamber'den (s.a.s.) rivayet edilen bu üç şehadet birbiriyle bağlantılıdır. Genel anlamdaki, insanî kardeşliğe şehadet -kulların hepsi kardeştir- ilk iki şehadete bağlıdır. Uluhiyyette Allah Teâlâ'nın tek olması, ortağının bulunmaması, onunla birlikte rablerin bulunmaması, O'ndan başkasının tevazu ve ibadete layık olmamasıdır. Muhammed (s.a.s.)'in kulluğu, Allah (c.c.)'dan tebliğde bulunması O'nun (Muhammed -s.a.s.-'in) ilahlığıyla ilgili bütün şüphe ve korkuları kaldırıyor. O, ilah değildir. O, Allah'ın oğlu da değildir. Hristiyanların Mesih (a.s.) hakkında zannettikleri gibi, üçün üçüncüsü de değildir.
Bu iki hakikat, uluhiyyetin yalnızca Allah'a ait oluşu ve başta Muhammed (s.a.s.) olmak üzere; bütün insanların O'nun kulu oluşu, üçüncü bir hakikati zorunlu kılar: Allah (c.c.)'ın kulları eşittir ve kardeştir. Milletin, rengin, soyun bir üstünlüğü yoktur: "Allah katında en değerli olanınız, takvaca en üstün olanınızdır."(Hucurat, 13.)

Hiç yorum yok: