Vahhabİliğin kurucusu,M.1787'de vefat eden,Muhammed b.Abdülvahhab'dır.ismi genellikle sufilerin selefilere ve selefilerden etkilenenlere takdığı bir lakaptır.
Vahhabi olarak tanımlanan kişilere itikatta hangi görüşte oldukları sorulduğunda, ehli sünnet olduklarını veya selefi olduklarını belirtirler.
Vahhabilik
ismi Suudi Arabistanın Necd bölgesinde doğmuş olan Muhammed
Bin Abdilvahhap'tan gelmektedir.
Kendisi
döneminde birçok insanın sufilikten dönmesine ve
ilk müslüman nesli olan sahabe ve ilk imamların akidesine
girmesine sebep olmuştur.
Kendi
döneminde birçok insanın hayatında değişiklikler
yapmış olan bu alim Suudi Arabistanın kurulmasında da önemli
rol oynamıştır.
Bugün ehli sunnet çizgisinde
gidenler Muhammed bin Abdilvahhabın
"kavaidul erbaa", "el-usulussalase"
gibi birçok eserini ve tarihteki ünlü selefi alimi
İbn Teymiyye'yi
okurlar. Bugün özellikle Suudi Arabistan'da yaygındır.
Zaten
Hanbeli ve Maliki mezhebi Türkiyede
Yaygınlaşmamış.
Vahhabiler,mezarlara
tapanları şiddetle men ederler ve yatırları yıkarlardı.islamında
istediği budur.Mezarın haricinde imana zarar verecek bütün
gelenek ve göreneklere karşı olmuşlardır.Şirke giden
yolları tıkamışlardır.Tarikusslat olanlara kafir demişlerdirki,
Peygamberimiz
ve selefi salihin zamanındada bu böyleydi.Bidatlara şiddetle
karşı olmaları islamı ibka etmek içindir.aslında hanbeli
mezhebine mensupturlar.Fakat aynı görüşleri diğer
mezheplerde benimsemektedir.
Vahhabi
mezhebine
en çok bid'at ve hurefeye önem veren
Şii,Batini,Alevi,Nusayri
gibi akımlar karşı çıkmaktadırlar..
Evet.
Vahhabilik,
Arap yarımadasında ortaya çıkmıştır. Şahısların aşırı
derecede kutsallaştırılması, onlardan bereket umulması, onları
ziyaret ederek, Allah'a yakın olmak istenilmesi, dinde bulunmayan,
bid'atların çoğalıp dini törenlere ve dünyevî
işlere hakim olması sebebiyle, ortaya» bunlara karşı çıkan
ve İbn-i
Teymiyye'nin
görüşlerini yeniden canlandıran Vahhabilik
çıkmıştır.
Vahhabİliğin
kurucusu, M. 1787'de vefat eden, Muhammed
b. Abdülvahhab'dır.
Bu zat, Ibn-i
Teymiyye'nin
eserlerini okumuş, onları beğenmiş, onları derince incelemiş ve
teoriden pratiğe çıkarmıştır.
Vahhabilere ayrı
bir mezhep deselerde,doğru değildir.Hanbeli
mezhebini takip etmiştir.Büyük alim İbni
Teymiyyenin
tesirinde kalmıştırlar.İslamı şirkten arındırmak,
müslümanları
şirkten sakındırmak istemişlerdir.
Bilhassa şia,alevi
gibi,halkların mezarlara tapınmalarını ve sünni
olarak,müslüman geçinen insanların bu durumu terk
etmeleri istenmiştir. yasaklanmışdır.Aslında bu mezar
ziyaretindeki,putçuluğu peygmberimiz ve ehli sünnet
mezhepleride yasaklamıştır.Şafii mezhebinde iki üç
karıştan fazla mezarları yüksek tutmak caiz görülmemiştir.
Bina
yaparak özen göstermeyi hiçbir hak mezhep kabul
etmez.
_____________
Bediüzzaman'ın
Görüşü:
Zülfikar
Mecmuası - s.2315
….Altıncı
Risâle Olan Altıncı Mesele - s.2314
İkincisi:
Şu
asırda maddî fikir galebe çalmış. Esbâb-ı
zâhiriye, hakîki telâkkî ediliyor. İnsanlar
esbâba yapışıyor. Eğer esbâb-ı zâhiriye bir
ayna hükmünden çıkıp nazar-ı dikkati kendisine
celbetse, Tevhîd-i hakîkiye münâfi olur. İşte,
şu gafil maddî asırdaki insanlar, mütedeyyin de olsa,
esbâba fazla sarılmalarına hikmet-i şer'iye müsaade
etmiyor. İşte buna binâen, evliyânın ve eâzım-ı
İslâmiyenin türbelerine birer mukaddes ziyâretgâh
nazarıyla bakmak, o hikmet-i şer'iyeye şu zamanda pek muvafık
düşmediğinden, kader-i İlâhî onu tâdil
etmek istedi ki, bunları musallat etti.
Üçüncüsü:
Şu
asırda enâniyet o derece dizgini eline almış ki, çok
insanlar birer küçük Firavun ve birer küçük
Nemrud hükmüne geçmişler. İşte ehl-i gaflet ve
ehl-i dalâlet ve bu mağrur ehl-i enâniyet nazarında
kıyâs-ı binnefs olarak, eâzım-ı İslâmiyenin
nâmdarlarını, hâşâ enâniyetle itham
ettiklerinden, hem o ehl-i gaflet ve dalâlet kendileri Allah'ı
tanımadıkları için, çok şeylere, çok zatlara
birer nevî rubûbiyet tahayyül ettikleri bir hengâmda
ve sanemperestliğin, başka bir nevi olan heykelperestlerin ve
sûretperestlerin gayet müthiş bir riyâkârlık
mânâsında olan şan ve şeref peşinde koştukları bir
zamanda, eâzım-ı İslâmiyenin türbelerine câhilâne
ve müfritâne bir sûrette avâmların takdîs
derecesinde hürmetleri, elbette hikmet-i şer'iye noktasında
kader münâsip görmedi ki; bu muharripleri Ehl-i
Sünnete taslît etti. Onlarla tâdil edecek.
Fakat
Vehhâbilerin seyyiât ve tahribâtlarıyla beraber,
medâr-ı şükran bir cihetleri var ki, o çok
mühimdir. Belki onların tahripkârâne olan
seyyiâtlarına mukabil o cihettir ki, onları şimdilik
muvaffak ediyor.
O
cihet de şudur ki: Namaza
çok dikkat ediyorlar. Şeriatın ahkâmına tatbik-i
harekete çalışıyorlar.
Başkaları gibi lâkaytlık etmiyorlar. Güyâ dinin
taassubu nâmına tecâvüz ediyorlar.
Başkaları
gibi dinin ehemmiyetsizliğine binâen şeâir-i diniyeyi
tahrip etmiyorlar. Hem, Vehhâbilik az bir fırkadır. Koca
âlem-i İslâmın havz-ı kebîri içinde ya
erir, ya itidâle gelir; çünkü menbâı
hâriçte değil ki, âlem-i İslâmı
bulandırsın. Menbâı hariçte olsaydı, çok
düşündürecekti...
BEDÜZZAMAN
DER Kİ:
Elde Kur'ân gibi bir mucize-i bâki varken,
Başka
burhan aramak aklıma zâid görünür.
Elde
Kur'ân gibi bir burhan-ı hakikat verken,
Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder